İslam’da Namaz
Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman
01.Mayıs.2013
(İslamda Namaz ve Teheccüt / Önsöz)
Namaz’dan maksat, Allah’ı zikirdir; dil ile zikir, zihin ile zikir, kalp ile hatta tüm beden ile zikir. Kur’an’daki: “Ekımi’ssalâte lizikrî…” emri, Cenab-ı Allah’ın Hz. Musa’nın şahsında tüm inananlaradır: “Beni zikretmek için namazı ikame et!” [1] Cuma suresinde de namaz kılmak için zikir kavramı kullanılmıştır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda alış verişi bırakıp hemen Allah’ı zikretmeye koşun! Eğer bilirseniz bu sizin için daha iyidir.” [2]
Namaz kıyam, rükû, secde ve oturma hallerinde; tekbir, tesbih, hamd, rükû ve secdelerdeki tesbihât’tan oluşan mükemmel bir zikir mecmuasıdır. “Tekbir” Allah’ı zikirdir. “Sübhaneke Allahümme…” Allah’ı hem tenzih hem de hamd ile zikirdir... “Eûzü Besmele” O’na sığınma anlamında zikirdir; “Surelerin en büyüğü”[3] olarak nitelendirilen Fatiha suresi, ezeldeki ahdi yenileme ve dua manalarını içeren bir zikirdir.
Ne hikmetse, namazdaki bu zikir yoğunluğu ve mecmuası içerisinde sadece zamm-ı sure olarak okunanlar bu zikir bütünlüğünü bozmakta ve farklı anlam ihtiva etmektedirler. Aslında gelenek olarak okunan “Elem Tera…”dan aşağı on sure zamm-ı sure olarak okunabilir; bunda hiçbir mahzur söz konusu değildir. Fakat düşünülürse bu surelerden yalnız İhlâs suresi hariç, diğerleri Allah’ı salt zikir anlamında değiller. O sebeple namazda zamm-ı sure olarak okunacak sure veya ayetlerin de zikir muhtevalı olmasının daha güzel olacağını düşünüyoruz.
Biliniyor ki, sünnetlerin tamamında, farzların ise ilk iki rekâtında Fatiha suresinden sonra ilave olarak ikinci bir sure veya birkaç ayet daha okunmaktadır. Buna zamm-ı sure/ilave sure ya da ayetler adı verilmektedir. Az önce de değinildiği üzere, Fatiha suresinden sonra, genellikle Kur’an-ı Kerim’in son on suresi olan Fil, Kureyş, Mâûn, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, İhlâs, Felak ve Nâs sureleri âdet olarak okunur. Bu surelerden bir kısmı tarihî olaylardan, toplumlardan, kötülüğün prototipi durumunda olan şahıslardan bahsetmekte ve bu vesileyle tel'in edilmektedirler. Bir kısmı, şerlilerin şerrinden ancak Allah’a sığınmak suretiyle kurtulmak mümkün olacağından söz ederken, sadece İhlâs suresi Allah’ın vahdaniyetinden bahsetmekte ve zikir anlamı taşımaktadır. Kanaatimizce “namaz sureleri” olarak bilinen Kur’an-ı Kerim’in son on suresi, halk, genellikle avam için ezberlenmesi ve okunması kolay olduğu için namaz sureleri olarak tertip edilmiştir. Daha fazlasını yapabilecek müminler bunlara uymak mecburiyetinde değildirler…
Hâlbuki namazda Fatiha’dan sonra okunacak olan sure veya ayetlerin de Fatiha suresi ve diğer zikir ve tesbihat gibi, namazın amacına; bilhassa zikir, tesbih ve dua’dan oluşan muhtevasına uygun olması her halde daha güzel olurdu. Özellikle Yüce Allah’ı ta’zim ve zikir makamında durup da, O’nun bize haber verdiği şeyi “Rabbin fil ordusunu nasıl helak ettiğini görmedin mi?" diyerek bu hadiseyi benim O’na kulluk ve zikir makamında okumam veya “Ebu Leheb’in iki eli de kurusun! Nitekim kurudu da…” diyerek Ebu Leheb’i ve karısını telin etmem o makama yakışmasa gerektir.
Evet, bunlar elbette Allah’ın hikmetli ayetleridir ve hikmettir; ibret için, hatta onlar kötü örnek olarak hatırlanacaktır ve onlara lanet için bu sureler okunmalı ve okunacaktır da. Fakat bunun yeri namaz olmamalıdır. Zira orası Yüce Allah’ı zikir makamıdır. Orada, sadece kulluk bilinci Allah’a ta’zim ile arz edilmelidir.
İşte bu ve benzeri gerekçelerle biz, namazda Fatiha’dan sonra okunması gereken zamm-ı sure veya ilave ayetlerin hamd, şükür, zikir, tesbih ve dua ifade eden ayetler ve surelerden seçilip okunmalarının, ibadetin ruhu, bütünlüğü ve rükûnların birbirlerine uygunlukları açısından daha iyi olacağı kanaatindeyiz. Kuşkusuz bu uygunluk, namaza verilen önem, gösterilen özen ve hassasiyetin bir ifadesi olmasındandır...
Hiç şüphe yok ki, her biri bir “ayet” ve “Kelamullah” olmaları bakımından Kur’an’daki ayetlerin hepsi birdir ve aynı değere ve hürmete sahiptirler. Bu açıdan birinin diğerinden üstün olduğunu söylemek asla doğru değildir. Nitekim İmam Eş’arî, Bâkıllanî ve İbn Hibban gibi bir kısım âlimler ayetler arasında bir fazilet ve değer farkının bulunmaması gerektiğini düşünmüşlerdir. Fakat İmam Gazzalî ve müfessir Kurtubî gibi bazı âlimler ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ayetler arasında, esasta bir değer farkının bulunmadığını kabul etmekle birlikte hâl, şartlar, zaman, zemin ve okuyan veya dinleyenlerin ihtiyaçları bakımından ayetler arasında fazilet farkının ve makama uygunluk açısından üstünlüğünün bulunduğunu söylemişlerdir.[4] Büyüklerimizin “Li külli makamın mekal/her makamın kendisine uygun bir sözü vardır veya olmalıdır”, özdeyişi buna işarettir. Dilde “belağat” da makama uygun söz söylemek, olarak tarif edilir. Çünkü Kur’an sadece ibadet değil, neşe, keder, coşku, kıvançla birlikte hayatın tamamını kuşatan ve hayatın içinde olması gereken İlahî bir kitaptır. Onun her makama ve duruma uygun hikmetli sözü, yüce mesajı ve yerinde değerlendirilmesi gereken kelamı vardır.
Doğrusu, ayetleri, zaman, mekân ve durumun icaplarına göre seçip okumak ayeti yerinde ve zamanında değerlendirmek anlamında da önem taşır. Mesela; okuduktan sonra, fazla uzatmaksızın, tafsilatlı mealini de vermek şartıyla, cenaze evinde okunacak ayetler, o güne ve o günün anlamına uygun olması gerektiği gibi evlilik merasimlerinde, düğünlerde ve kutlamalarda okunacak ayetler de yine günün anlamına uygun olması daha iyi olur! Yine “Ayete’l-Kürsî”, “Amenerrasûlü…” ve “Lev enzelna…” gibi belli zamanlarda okunmaları adet haline getirilmiş pasajlar, Allah’ı noksanlıklardan tenzih ve övgü ile tesbih ifade eden ve dinleyenlere de mesajlar sunan namlı ve şanlı ayetlerdir. “İzzet ayeti” de denilen,[5] İsra suresinin “ve kulil hamdü lillahillezi…” ile başlayan son ayeti, yine Rasûlüllah’ın “Bin ayetten daha hayırlıdır…” [6] dediği nakledilen “Hüvel evvelü vel âhiru vezzahiru vel batın…” ayeti[7] ve benzerlerini düşünelim… Şimdi bu vb. ayetlerin, namazlarda okunması ile gelenek hâline getirilmiş olan ayetlerin okunmasını karşılaştıralım. Peki, söz konusu sureler makama uygunluk açısından zikir ayetleriyle bir tutulabilir mi? Şunu da belirtelim ki, Allah’ın kutsal saydığı ve hürmet edilmesini emrettiği Din, Kur’an, Peygamber, Kâbe, Cami, Ezan… gibi sembollere saldırı veya Ebu Leheb benzeri Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an’a saldıran düşmanlar söz konusu olduğu zamanlarda da elbette bu surelerin gündeme gelmesi, hatta ön plâna çıkması makuldür.
İşte biz, ayetleri yerinde değerlendirme düşüncesi ile zikrin; Allah ile iletişimin her durumda ve her çeşidini içeren namaz için, zamm-ı sure/ilave sure olarak, Kur’an’dan o makama uygun ayetler seçtik ve vakitlere göre de onları yeniden düzenledik. Bunu yaparken de bir adı da “salât” olan Fatiha suresinin muhtevasını örnek edindik. Çünkü üç bölümden oluşan Fatiha suresinde;
Birinci bölümde; Allah’a hamd, övgü, şükür, temcid/şanının yüceliğini ilan ve azametini ikrar;
İkinci bölümde kulun Allah karşısındaki sağlam duruşunu, kulluk bilincini arz ve “elst bezmin”ndeki ahdini ikrar;
Üçüncü bölümde ise dua; ”yakin /ölüm” gelinceye kadar “Sırat-ı Müstekim”de devam etme ve muvaffakiyet talebi vardı.
Biz de namazın muhtevasının bu anlamda oluşturulabileceğini düşünerek seçtiğimiz ayetlerin içeriğini Fatiha’nın içeriğine bir biçimde benzetmeye çalıştık. Meselâ “Sabahın erken saatlerinde ve akşamları Allah’ı tesbih edin!” [8] ayeti gereğince sabah ve akşam namazlarında tesbih, tenzih ve zikir ifade eden ayetlerin okumasını uygun gördük. Öğlen ve ikindileyin ise, iş-güç zamanı olduğu ve kazanç peşinde bulunulduğu için mana itibariyle müminleri hata, hırs ve hoş olmayan durumlara karşı uyaran, yerine göre dizginleyen ve bu konuda önemli mesajlar içeren ayetleri seçtik. Mesela “Kulillahümme malikel mülk… tü’tilmülke men teşâü ve tenzi’u’l-mülke mimmen teşâ’…/De ki: Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen dilediğin kimseye mülkü verir dilediğin kimseden de mülkü çeker alırsın; dilediğini aziz kılar dilediğini de zelil, perişan edersin, hiç şüphesiz tercih senin elindedir; çünkü sen her şeye güç yetirirsin...” [9] ayetlerinin okunmasının, onun ardından da: “Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra, bir de kalplerimizi haktan saptırma!...” [10] duasını içeren ayeti okumak, ayetlere anında icabet anlamı itibariyle de çok anlamlı olsa gerektir…
Fatiha’dan sonra okunan ve rükûya geçerken iki rüknu/kıyam ile rükûyu birbirine bağlayan ayetlerin birbirine uygunluğunu da düşündük. Sözgelimi sabah namazının birinci rekatında Fatiha suresini okuduktan sonra zamm-ı sure/ilâve sure olarak da “Ayete’l-Kürsî” okunup sonunda “Ve hüvel aliyyül azîm/O yücedir, uludur” deyip “Allahü ekber” diyerek rükûya varıldıkta üç defa “Sübhane Rabbiyel azîm/Ulu Rabbimi övgü ile tesbih ederim” denilmesi, lafızla mananın, bedenle zikrin birbirine uygunluğu ve tamamlayıcılığı açısından son derece önemlidir!
Yine sabah namazının ikinci rekatında “Allahüllezî…” ayetlerinin sonunda “fe tebarakallahü ahsenül halikin” veya “Hüvel hayyü…” ayeti okuduktan sonra “elhamdü lillahi Rabbil âlemin” diyerek rükûya varılmasının daha güzel olacağını hesaba kattık…
Mesela namazın bir rekatında Fatiha’dan sonra “Ve kulil hamdü…/Ve de de ki, hamd Allah içindir…” okunup sonunda “Ve kebbirhü tekbira/O’nun büyüklüğünü ‘tekbir’ ile zikret!” dedikten sonra “Allahü ekber” diyerek rükûya varılması ne de güzel olmaz mı?
Dikkat edelim! Mümin namazını tam olarak kıldığı zaman “Ve kuumû lillahi kanitîyn/Allah’a gönülden, saygı ve sevgi bağı ile kalkıp namaza durun!” [11] emrine itaat edip günde, vitirle birlikte en az altı defa günlük işlerini keserek kalkıp direkt olarak Yüce Allah’ın huzuruna çıkmış oluyor. O’nun divanında, O’na kulluk bilincini, huşu’, hudu’ ve kemâl-i edeb ile arz ediyor. Böylece nefsini dizginleme, hevasına boyun eğmeme imkânını buluyor. Bunu yaparken de büyük çoğunlukla Allah’ın kelamını ve Rasûlüllah’ın, ayetlerden alarak ifade kalıplarına döktüğü (te’vil) cümleleri kullanıyor. “Fesebbih bismi Rabbikel azîm/Ulu olan Rabbinin ismini tesbih et!” [12] emrine karşılık rükûda “Sübhane Rabbiyel azîm/Ulu ve azamet sahibi Rabbimi övgü ile zikrederim”; “Sebbih isme Rabbikel a’lâ/Yüceler yücesi olan Rabbinin ismini tesbih et!” [13] emrine imtisalen “Sübhane Rabbiyel a’lâ/Yüceler yücesi olan Rabbimi övgü ile zikrederim” denilmesi gibi.
İçkinin tedricî olarak yasaklandığı ayetlerden birisinde: “Ne dediğinizi bilecek derecede sizden sarhoşluk gitmeden namaza yaklaşmayın!” [14] buyurulmuştur.
Bu demektir ki, mümin Rabbinin huzurunda sarhoş olamaz… gaflet içerisinde de değildir; aklı, zikri, fikri ve bedeniyle birlikte uyanık ve tamamen namazdadır. Tüm varlığıyla Rabbiyle beraberdir. Aralarına dili, zihni ve kalbi ile birlikte zikir ifade eden kelamdan başkası girmemektedir. Dolayısıyla durduğu makamı biliyor, o makamda nasıl durulacağını ve ne dediğini biliyor. Okuduklarını da kulluk makamında ve bilinçli olarak söylüyor demektir. Bu şuur ile eda edilen namazda bir de namaz içerisinde tekbir, tesbih, Fatiha, zamm-ı sure ve tesbihatın manasını bilmenin yanında şuurlu bir biçimde o makama uygun ayetlerle muhteva tamamlansa güzel olmaz mı? Dilin söylediği zikri zihin ve kalp de birlikte tasdik etseler... Kanaatimizce makama uygun olan ayetlerin seçilmesi namazı daha da güzelleştirecektir.
Yanlış anlaşılmamak için şu sözümüzü özellikle tekrar ediyorum: Kur’an’dan her ayet, namazda okunur. Bu konuda hiçbir mani söz konusu değildir. Rivayetler, sahabi görüşleri, mezhep imamlarımızın içtihatları, ilim adamlarının tercihleri ve ilgili kaynak eserlerdeki tüm bilgiler… bizim bunların hepsine saygımız vardır. Fakat namaz için Yüce Rabbinin huzuruna çıkmış takva ve haşyet sahibi bir kul, O’nu ta’zim amacıyla divanına durup O’nun ve Resulünün gösterdiği şekilde tekbir, tesbih, tahmid/hamd, tehlil ile namazı ikame etmeye çalışırken Fatiha’dan sonra ilave sure veya ayet olarak okunanların da bu makama uygun olmasını düşünmelidir.
Bu ayetleri ben, başlangıçta kendim için seçip düzenledim ve uygulamaktaydım. Yeri geldikçe namaz hassasiyetine sahip olan bazı dostlarıma sohbet esnasında bundan bahsettim. Onlardan bazılarının, istekleri üzerine kendilerine yazılı olarak takdim ettim. İşte bu dostların da teşvikiyle bu çalışmayı kitap hâlinde düzenleyerek neşretmeyi ve namaza karşı hassasiyeti olanlarla duygu ve düşüncelerimi paylaşmayı uygun gördüm. Elbette isteyen, Kur’an’dan istediği ayeti okuyabilir, her hususta mezheplerinin görüşlerine uyabilir; ama namaza bu derece hassasiyeti olanlara bizimki sadece bir öneridir.
Şunu da açıkça belirtmeliyiz ki, bu kitapla hedef kitle, kıldığı namazın şuuruna ermiş ve namazla birlikte nafilelerle de ilgilenen; özellikle teheccüde kalkan ve vitri vaktinde eda eden “bilinçli” ve muttaki müminlerdir, namazla yeni tanışmış olanlar ve daha fazlasını yapamayacak durumda olanlar değil elbet.
Amacımız ise, okuyucuda namaz bilincini uyandırmak; namazın zikir muhtevasını idrak ettirmek, bilinçli olarak eda edilen bir namazda okunanların tamamının namazın ruhuna ve amacına uygun olarak zikir anlamını ihtiva etmesini önermek; namazda gerçekleşecek ruh ve beden bütünlüğü ile gerçek diriliğe ermektir.
“Kılsın da nasıl kılarsa kılsın…” değil, kılıyorsa Yüce Allah’ın: “Namazı ikame ediniz…” emrine uygun bir biçimde tam ve kabule şayan olacak güzellikte kılmalarına yardımcı olmak…
“Yasak savar kabilinden – iki arada bir derede - yatıp kalksınlar…” için değil, ibadetlerini vaktinde ve muhtevalı bir biçimde gerçekleştirmelerine katkıda bulunmak…
“Sonra da kılabilirler…” değil, eğer Allah’a saygıları /haşyet gerçekten varsa, emri, mutlaka vaktinde yerine getirmeleri gerektiğine dikkat çekmek için… Zira vaktinde yapılmayan iyilik iyilik olmadığı gibi “ibadet” de kulluk değildir…
En nihayetinde “Muhakkak ki namaz en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm kötülüklerden uzaklaştırır.”(Ankebut, 29/45) fahvâsınca eğitici, kötülüklerden uzaklaştırıp ahlaken insanı yüceltici bir namaz alışkanlığını kazandırmak için…
Hiç şüphesiz Rabbimizin rızasına erebilmek için gayret bizden inayet ise yalnızca O’ndandır...
dipnotlar:
[1] Tâhâ, 20/14.
[2] Cuma, 62/9.
[3] Suyutî, Celâluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Itkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II/158, Beyrût, 1973.
[4] Suyutî, el-Itkân, II/156 vd.
[5] Bkz. Suyutî, el-Itkan, II/158.
[6] Tirmizî, Da’avât, 22; Bkz. İbn Kesir, Tefsir (muhtasar), III/443; Bkz. Suyutî, el-Itkan, II/158.
[7] Bkz. Suyutî, el-Itkan, II/158.
[8] Ahzab, 33/42.
[9] Âl-i İmran, 3/26, 27.
[10] Âl-i İmran, 3/8, 9.
[11] Bakara, 2/238.
[12] Vakıa, 56/74.
[13] A’lâ, 87/1.
[14] Nisa, 4/43.