KUR’AN AÇISINDAN YAHUDİLİK VE HIRİSTİYANLIK
Fakat Yahudilik ve Hıristiyanlık Allah’ın Elçileri Hz. Musa ve Hz. İsa vasıtasıyla göndermiş olduğu dinler değildir. Bunların her ikisi de İslȃm’dan sapma sonucu ortaya çıkmış ve zamanla tamamen beşerileştirilmiş seküler dinlerdir…
Öyle anlaşılıyor ki, İslâm Dini ve Medeniyetini kemale erdirmek için önce İsrailoğulları[1] seçildi. Onlar, âlemlere /çağdaşlarına tercih edildiler. Bunlar, Hz. Yusuf döneminde, babaları Yakub (as.) ile birlikte Mısır’a yerleştirilmiş ve onun hükümranlığı döneminde oldukça mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamışlardı. Fakat egemenlik Firavunların eline geçince Yakub oğullarının, diğer adıyla İsrailoğullarının refah ve mutluluk dönemleri, artık sona erdi. Zamanla köleleştirilmiş, ezilmiş bir toplum haline getirildiler...
İsrail oğulları Hz. Musa’dan önce, yaklaşık dört asırdan beri Mısır’da Firavunların kölesi idiler. Kölelik bunlarda nesilden nesile geçen ve içselleştirilen bir karaktere dönüşmüştü. Allah onlara acıdı, merhamet etti ve özel ve sayısız nimetler ihsan etti. Sözgelimi Hz. Musa ve Kardeşi Harun’u peygamber olarak gönderdi. Hz.Musa onları putlara tapmaktan kurtarıp tevhide yönlendirdi. Doğan her erkek çocuğunun öldürülmesine son verdi. Kölelikten kurtarıp hürriyetlerine kavuşturdu. Bir mucize ile Kızıl Denizi onlar için yol yaptı. Arkalarındaki Firavun’un ordusundan kurtardı. Düşmalarını denizde boğdu. Firavunların korkusunu zihinlerinden sildi. Çölde, hiçbir topluma lütfetmediği nimetleri onlara bahşetti. Üzerlerinde onlarla birlikte hareket eden bir bulut ile sürekli olarak onları gölgelendirdi. “Menn” ve “Selva” adında protein değeri yüksek en kaliteli iki gıda ile zahmetsizce onları besledi. Çölün ortasında on iki pınar akıttı. Her kabile kendi pınarından suyunu aldı. Seçildikleri tarihten itibaren tüm peygamberler ve yöneticiler hep onlardan geldi…
Fakat bu millet, Allah’ın kendilerine atfettiği bu değeri gerektiği ölçüde takdir edemedi. Lütfedilen nimetlere şükretmek yerine nankörlükle mukabele ettiler. Allah’a ve Elçileri Hz. Musa ve Harun’a isyan ettiler. Hz. Musa’dan tapınmak için açıkça ve sıkılmadan put istediler… Onun aralarından ayrılmasını fırsat bilip Samiri’nin yaptığı puta taptılar… ‘Allah’ı açıkça görmedikçe biz inanmayacağız’ diyerek Hz. Musa’yı çok zor durumlara düşürdüler… Hazır yiyeceklerden bıktıklarını, soğan, sarımsak, acur, mercimek vb. gıdalar isteriz diyerek Hz. Musa’ya dolayısıyla Allah’a isyan ettiler. Cenab-ı Allah onlara yer gösterdi, gidin oraya yerleşin ve istediklerinizi ekip biçip yeyin, byurdu. Onlar, Musa, orada güçlü bir toplum var, onlar oradan çıkartılmadıkları sürece biz oraya gidemeyiz. Sen git, Rabbinle onlarla savaş, onları oradan çıkart, biz sonra gelelim dediler… Allah’ın ayetlerini istihza konusu yaptılar. Musa’ya kardeşi Harunu öldürdü diye iftira attılar. Tabir caizse, seçilmiş, nimetlerle tafdil edilmiş o İsrail oğulları Hz. Musa’yı canından bezdirdiler…
Sonuçta Hz. Musa pes etti. Rabbim, dedi, ben artık kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Beni bunların arasından al, dedi. Allah Teala’nın izni ile Hz. Musa onlardan ayrıldı ve Filistine doğru çekip gitti…
Allah da nankörlükleri, sapkınlıkları ve azgınlıkları sebebiyle bu toplumu lanetledi. Hz. Musa’nın aralarından ayrılmasından sonra elini üzerlerinden çekti. Rahmetini ve özel nimetlerini onlara kesti. Tam kırk yıl çölde perişan halde onları kendi hallerine terk etti… İşte bu, onların seçilmişliklerinin de sonu oldu. Âlemlere tafdil edilmeleri, üstün tutulmaları nimetini bitirdi. Onlar o günden itibaren, artık seçilmiş, çağdaşlarından üstün tutulmuş vasıflarını tamamen kaybettiler. Lanetlenmiş bir toplum oldular. Hem Davud’un hem de İsa’nın dili ile de lanetlendiler…[2]
Bu gün kendilerini üstün ırk olarak nitelendirip yeryüzünün efendisi olmakla övünen Yahudiler, daha düne kadar yer küre üzerinde yersiz, yurtsuz; oradan oraya itilip kakılan zavallı bir toplum idiler. Endülüs’ün fethinden sonra İspanya’da Katolik olmayana hayat hakkı tanınmayınca, Müslümanlar Kuzey Afrika’ya Fas, Tunus, Cezair’e… kaçıp kurtuldular. Bunlar ise, gidecek yer bulamadılar. Aynen önlerinde Kızıl Deniz, arkalarında da Firavun ordusunun sıkıştırdığı gibi sıkıştırılmış, ölümle burun buruna kalmışlardı... Tarih onlar için bir kez daha tekerrür etmiş idi…
1494 Yılında Osmanlı Padişahı II. Beyazıt onlara merhamet ederek ülkesinin kaplarını açtı… Bugünkü “T.C. Beşyüzüncü Yıl Vakfı” bu kurtuluşun adınadır… Bu iyilik karşısında onların Osmanlıya ihanetleri de bilinmektedir… Hitlerin onlara uyguladığı soykırım da bilinmektedir…
Ayakları kısa bir süre için yer tutup, ABD ve İngiliz’in de desteğiyle İsrail’de güç kazandılar, Filistin Halkını hunharca ezdiler diye, yeniden “Üstün Irk” pisikozuna girdiler. Bu, onların “Büyüklük konpleksi”inden kaynaklanmaktadır. Zira Cenab-ı Allah hiçbir ırka, hiçbir millete kutsallık vermemiştir. İnsan olarak herkes eşittir. Üstünlük, ancak takvadadır…
Konumuza dönecek olursak. Onlardan bir kesimi, Hz. Musa’dan sonra azdıkça azdılar. Allah’ın dinine, gönderdiği peygamberlerine karşı çıktılar. Ayetlerini inkâr ettiler. Hz. Musa’nın ve ondan sonra gelen peygamberlerin yolundan ayrıldılar. Peygamberlerden bir kısmını hiç konuşturmadılar. Bir kısımını ise vahşice öldürdüler. Kendilerince Hz. İsa’ya, gerçekte ise ona benzetip yakaladıkları ve çarmıha gerdikleri adamcağıza yaptıkları da sinemalarda, TV ekranlarında tekrar tekrar gösterilmektedir. Hem de “çocuklar seyredemez” uyarısıyla birlikte… İşte Yahudiler, İsrail oğullarının tamamı değil, İsrail oğullarının bu inkârcı ve azgın kesiminden olmakla birlikte Yahuda’nın soyu olarak diğerlerinden ayrılıp yeni bir din ihdas eden kabiledir. Sahilde yaşamakta olan bu kabileden bir kısmı azgınlıkta o derece ileri gittiler ki, Allah onlara: “Pis maymunlar olun!..”[3] diyerek sufatlarını değiştirdi…
İlahiyatçı Yazarlar Açısından Yahudilik…
“İsrail” olarak da adlandırılan “Yakub’un 12 oğlundan 4.’üncü oğlunun adı Yuda veya Yahuda idi. Yehuda, kabilesinin soy atası oldu…”[4] Kabilenin soy atası Yahuda’dan dolayı bu dine Yahudilik adı verildi.
“Yahudilikte yüce bir tanrıya Yahova’ya ya da Yahve’ye inanç vardır. Ancak inanılan bu tanrı özelde Yahudî halkının millȋ tanrısı olarak kabul edilir; aynı şekilde Yahudîler de tanrının seçilmiş üstün halkı olarak görülür. Yahudilikte ırk temeline dayalı bir din anlayışı hâkimdir. Karailer gibi bir iki marjinal mezhep dışında genellikle Yahudiliğin belli bir soya mahsus olduğuna inanılır.”[5]
Yahudilikte din ile ırk iç içe girmiş, birini diğerinden ayırmak zorlaşmıştır. Onu en iyi, kutsal kitaplarında yer alan şu cümle tarif etmektedir: ‘İşte ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında sayılmayacaktır.’ Kutsal kitaplarına dayanarak Yahudiler kendilerini dünya milletleri arasından seçilmiş kavim olarak görürler. Tanrı, Sina’da bu kavmi kendine muhatap kılmış, onlarla ahitleşmiştir…”[6]
Yahudiler, Tanrı Yahova’nın kendileriyle özel ilişkide olduğunu ve soylarını kutsadığını iddia ettiler. Yahudiler bu inançları sebebiyle Hz. Musa’yı ve Harun’u takip eden Davud, Süleyman, Eyyüb, İlyas, Zekeriya, Yahya (as.) gibi peygamberlerin yolundan, dolayısıyla İslâm’dan saptılar ve ırkçılığı esas alan yeni bir din ihdas ettiler. Allah’a oğul isnat ettiler ve Uzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu söylediler…[7] Allah’ın gönderdiği elçilere karşı çıktılar, onlarla savaştılar; birçok peygamberi konuşturmadılar, bir kısmını ise hunharca öldürdüler...
Hz. Musa’nın ardından gelen bir dizi peygamberden sonra Tevrat’ta geleceği müjdelenen Hz. İsa Mesih elçi gönderildi. Yahudiler Hz. İsa’dan önce Zekeriya ve onun oğlu Yahya’yı (a.s.) öldürmüşlerdi. Allah, Hz. İsa’ya Kitab’ı; Tevrat’ı ve İncil’i öğretti. Onun da tebliğ ettiği din, ataları İbrahim, İsmail, İshak, Yakub, Musa, Davud, Süleyman, Zekariya ve Yahya (a.s.) gibi İslâm idi. Hz. İsa, atalarının yolunda olduğunu söylerken, kendinden sonra gelecek olup adı “Ahmed” olan en son peygamberi de müjdelemekteydi. Yahudiler, atalarından bir kısmının Hz. Musa’ya yaptıkları kötülüklerin daha büyüğünü İsa’ya reva gördüler. Onu çarmıha gerip öldürmeye kalkıştılar, ama Allah onlara bu fırsatı vermedi…
İsrailoğllarından bir kısmı İsa’ya iman etmiş bir kısmı da onu inkâr etmişti. İsa, kendisinden sonrası için yazılı bir metin bırakmadı. İsa’nın ölümünden sonra onun havarîleri ve onların yolunu takip eden Nasara ve/ya Nasranîler vasıtasıyla dilden dile tebliğ edilen İncil, çok sonra ve birden fazla yazar tarafından kaleme alındı. Fakat İsa’dan yaklaşık elli yıl sonra peygamberlerin yolundan sapan, Hz. İsa’yı rab olarak nitelendiren halka egemen bir topluluk /Kilise, teslis akidesini dinlerine esas edinip ona göre yeni yasalar düzenleyen “Hıristiyanlık” adında bir din ihdas ettiler. Bu din, Pavlos’un da katkılarıyla yeni bir inanç sistemini benimseyerek gittikçe aslından uzaklaşmaya başladı. Birbirinden farklı yüzün üzerinde İncil metni ortaya çıktı. İlk defa M.S. 325 yılında İznik’te toplanan konsil 104 incil içerisinden Lukka, Matta, Markos, Yuhanna adlı müelliflerin yazdıkları İncilleri aslına uygun buldu, diğerlerini reddetti. Oysa onlar arasında da bir takım çelişkilyi ifadeler bulunmaktadır…
İlk toplantısından bugüne dek altmış küsur defa gerçekleştirilen konsillerle sürekli olarak incillere yapılan ilave ve çıkartmalarla bu kitaplar da bir hayli değiştirilip aslî hüviyetinden uzaklaştırıldılar. Hâlen belli aralıklarla konsiller toplanmakta ve bu değiştirmeler devam etmektedir. 2005 yılının Mart ayında, Hıristiyanlık âleminin bir kesiminin karşı çıkmasına rağmen, çağdaşlığa aykırı bulunduğu veya yeni nesiller tarafından anlaşılmadığı için İncil’den 45.000 kelimenin çıkartıldığı ve değiştirildiği haberlerde yer aldı… Sonuçta Nasara’nın dini İslâm, İlahî/Semavî din vasfından uzaklaştırılarak Hıristiyanların beşerî /seküler dini hüviyetini kazandı. Bilhassa ilmî ve fikri faaliyetler üzerine yüz yıllar boyu baskılar uygulayan kiliseye karşı XV. ve XVI. yüzyıllarda başlatılan ayaklanma hareketleriyle; Rönesansla başlayan, dinî reforumlarla devam eden aydınlanma çağının da katkılarıyla Hıristiyanlık tamamen seküler bir din hüviyetine büründürülmüş oldu.
“…Her sürenin/devrin bir kitabı vardır; Allah, dilediği kitabı yürürlükten kaldırır, dilediğini yürürlüğe koyar; zira “Ana Kitap” O’nun katındadır…”[8]
Bizzat müntesipleri tarafından, çeşitli değişikliklere uğratılarak ilahî vasıfları büyük oranda yok edilen Tevrat ve İncil bir biçimde yürürlükten kaldırılınca, Allah da onların devirlerini sona erdirdi. M. S. 610 yılından itibaren Hz. Muhammed’e inzal etmeye başladığı Kur’an ile en son ilahî kitabın devrini başlattı. Kur’an, din olarak Tevrat ve İncil’in de asıllarını ihtiva ettiği için asıllarından uzaklaştırılmış olan hâlleriyle Tevrat ve İnciller yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece İslâm Dini ve İslâm Medeniyetinin inşasının tamamlanması, Hz. Muhammed ve onun - Ehl-i Kitap’tan olup ona ve Kur’an’a uyanlar da dahil - ümmeti tarafından gerçekleştirilme süreci başlatılmış oldu.
Şunu da belirtelim ki, büyük bir hata sonucu “Üç Semavi Din” veya “Üç İlahi Din” adıyla İslami kaynaklarda Allah ile ilişkilendirilen Yahudilik ve Hıristiyanlık, kesinlikle Allah’ın gönderdiği dinler değildir. Çünkü Allah Teala hiçbir topluma Yahudilik ve Hıristiyanlık adıyla din göndermemiştir. Bu dinler, Allah’ın peygamberleri Hz. Musa ve Hz. İsa vasıtasıyla tebliğ ettiği İlahi dinler de değildirler. Allah, bir insana dayandırılan ve yalnız bir ırka ait din gönderir mi hiç?!
Yahudilik ve Hıristiyanlığa “İbrahimî Dinler” denilmesi de yanlıştır! Çünkü Kur’an açısından Semavî veya İlahî vasfına sahip tek din vardır o da İslâm’dır. “İbrahimî Dinler” kavramı, son zamanlarda “Dinler Arası Diyalog(!)” fikrini başlatan Vatikan tarafından maksatlı olarak ortaya atılmıştır... Tamamen Müslümanlara bu dinleri hoş göstermek içindir. Oysa bu kavramın İslâm ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Zira İbrahim (as.) ve onun tebliğ ettiği din de Adem, İdris, Nuh ve kendisinden sonra gelen peygamberlerin tebliğ ettikleri İslam’dan başkası değildi!
Yahudilik ve Hıristiyanlığın, İbrahim (a.s.) ve onun milleti /dini ile hiçbir alakası da yoktur. Bu dinler ve kavramlar İbrahim’den asırlarca sonra teşekkül ettirilmiştir.[9] Bu tarihȋ gerçek karşısında İbrahim nasıl Yahudî veya Hıristiyan olabilir? Teşbihde hata olmasın! Aynen “Kanunî Sultan Süleyman Fenerbahçeli idi.” demek kadar saçma bir iddiadır… Kaldı ki Kur’an’daki ifadeye göre, İbrahim (a.s.), inanç bakımından ne Yahudi idi ne de Hıristiyan idi; o tam bir “Hanif” ve “Müslim”di…[10] O hiçbir zaman Allah’a ortak koşup da “müşrik” de olmamıştır. Hz. İbrahim, Yahudi veya Hıristiyan olmadığı gibi, tevhidden ve Allah’ın vaz’ ettiği dinden sapmış, bir biçimde şirke bulaşmış, Allah’dan başka “rabler” edinmiş olan Yahudiler ve Hıristiyanlar da İbrahim’den ve onun milletinden olamazlar. Çünkü onlar İbrahim’e layık ve ehil değildirler. O mübarek insanın adını kullanmaktadırlar… İbrahim’den olmaya ehil olanlar, ancak ona tabi olanlarla Hz. Muhammed ve onun yolundan gidenlerdir. Bu hususta Kur’an’daki açıklamalar şöyledir:
“Ey Ehl-i Kitap! Tevrat da İncil de kendisinden sonra indirildiği hâlde İbrahim hakkında nasıl tartışabiliyorsunuz! Siz hiç düşünmez misiniz?! Hadi diyelim ki hakkında bilginiz olan konuda tartıştınız, fakat hiçbir bilginizin olmadığı konuda niçin tartışıyorsunuz? Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim ne bir Yahudi ne de bir Nasranî idi! O, hanîf bir kul olarak kendisini Allah’a teslim etmiş bir müslim idi! O, asla müşriklerden olmamıştır! Kuşkusuz, İbrahim’e insanlardan en lâyık olanlar, elbette ona tabi olan kimselerle şu Peygamber ve iman edenlerdir! Allah da müminlerin velisidir.”[11]
Şu da bir gerçek ki, Ehl-i Kitab’ın hepsi bir değildir. Onlar içerisinde Allah’a ve Ahiret Gününe iman edip Salih amel işleyenler… Hem önceki peygamberlere ve kitaplara hem de Hz. Muhammed’e ve ona indirilenlere ima edenler; dolayısıyla iki kez ödüllendirilecek olanlar elbette başkadır. Adlarının Ehl-i Kitap veya Yahudi ve Hıristiyan olması önemli değildir…
“Onların hepsi bir değildir;[12] Ehl-i Kitap içerisinde istikamet sahibi dipdiri bir topluluk vardır; onlar gecenin ilerlemiş saatlerinde kalkar; Allah’ın ayetlerini okur ve sürekli secde ederler; Onlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder; iyiliği emredip kötülüğe mani olur ve hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte bunlar da salihler zümresindendirler. Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız kalmayacaktır. Zira Allah kendisine karşı gelmekten titizlikle sakınan gerçek müminleri çok iyi bilmektedir.”[13]
“Muhakkak ki Ehl-i Kitap içerisinde Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene kesinlikle iman eden, Allah’a içtenlikle itaat eden ve Allah’ın ayetlerini az bir pahaya satmayan kimseler de vardır. Bunların ecirleri de Rab’lerinin katındadır. Kuşkusuz, Allah hesabı çabucak görendir...”[14]
“Bunlar, Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman hakkı tanıdıklarından ötürü onların gözlerinden yaşların boşaldığını görürsün;[15] Onlar: “Rabb’imiz! Biz iman ettik, bizi şahitlerle birlikte yaz! Biz, Rabb’imizin bizi salihlerle birlikte cennete girdirmesini umarken, ne diye Allah’a ve bize gelen gerçeğe iman etmeyelim ki!” derler. Söyledikleri bu söz sebebiyle Allah onlara, içlerinde sürekli kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetleri bahşetti; işte, iyilerin mükâfatı budur.[16] İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, cehennemlikler de işte onlardır!”[17]
Bu gün, İlahilik adına hiçbir mana ifade etmeyen Yahudilik ve Hıristiyanlıkta, peygamberlerinin tebliğ ettikleri İslam’ın itkat, ibadet, ahlak ve muamelat esaslarına rastlamak pek mümkün değildir. O sebeple o kitapların devri sona ermiştir. Yahudi ve Hıristiyanlar da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetidirler. Hz. Peygamber onların da peygamberidir. Onlar Hz. Peygamber’e, Kur’an’a iman etmek ve onlara uymakla yükümlüdürler. Ehli bilir... Bu konuda Kur’an’da Pek çok ayet bulanmaktadır. Yeri olmadığı için biz burada sadece Bakara, Nisa ve Maide surelerinden bazı pasajlar nakledip bu konuya ışık tutmakla yetineceğiz:
“Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolda olasınız.” dediler. De ki: ‘Hayır! Biz Hanîf olan İbrahim’in dininden oluruz! Zira o müşriklerden değildi...’
Deyin ki ‘Biz, Allah’a, bize indirilene ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun soyundan gelen elçilere indirilenlere; Musa’ya, İsa’ya ve de Rab’leri katından bütün peygamberlere verilenlere iman ettik; biz onlardan hiçbirini ayırt etmeyiz ve biz sadece Allah’a boyun eğmekteyiz…’
Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz şeylere aynen sizin gibi iman ederlerse, işte o zaman doğru yolu bulmuş olurlar! Yok, eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz onlar, sürekli ayrılık içerisinde/Hak Din dışı kalırlar. Allah onların hakkından gelecektir elbet! O, her şeyi işitir ve her şeyi bilir.
Evet, Allah’ın boyası! Boyası Allah’ınkinden daha iyi olan kim olabilir ki![18] Biz sadece O’na kulluk etmekteyiz...
Onlara de ki ‘Allah hakkında bizimle mi tartışıyorsunuz? Oysa O bizim de Rabb’imiz, sizin de Rabb’inizdir! Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da sizedir! Biz O’na samimiyetle bağlıyız.’
De ki “Yoksa siz, İbrahim’in, İsmail’in, İshak’ın, Yakub’un ve onun soyundan gelen peygamberlerin Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?” De ki “Siz mi daha iyi biliyorsunuz yoksa Allah mı daha iyi bilmektedir?’ Yanındaki Allah’tan gelen şahitliği gizleyenden daha zalim kim vardır! Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir!
Onlar bir ümmet idi, gelip geçtiler; onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yaptıklarından siz sorumlu tutulacak değilsiniz!” (Bakara, 2/135-141)
“Ey Ehl-i Kitap! Size elçimiz gelmiş, kitaptan gizlediklerinizin bir kısmını size açıklıyor, çoğuna ise hiç değinmiyor! Muhakkak ki size de Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah o nur ile rızasını arayanlara esenlik yollarını gösteriyor ve Allah’ın izniyle onları karanlıklardan aydınlığa çıkarıp dosdoğru yola iletiyor.” (Maide, 5/15-16)
“Ey Ehl-i Kitap! Elçilerin gelmesine bir süre ara verdikten sonra “Bize ne bir müjdeci geldi ne de uyarıcı...” demeyesiniz diye işte, size de elçimiz geldi ve açıklamalarda bulunuyor. Artık size müjdeci de gelmiştir, uyarıcı da! Allah her şeye güç yetirir.” (Maide, 5/19)
“Eğer Ehl-i Kitap iman edip Bize karşı gelmekten sakınsalardı, kesinlikle onların günahlarını örter, kendilerini nimet cennetlerine girdirirdik. Şayet onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rab’lerinden kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı, mutlaka üstlerinden ve ayaklarının altından rızıklandırılırlardı. İçlerinden orta yolu takip eden bir topluluk var, fakat onların çoğunun yaptığı şey oldukça kötüdür! (Maide, 5/65-66)
“Meryem oğlu Mesih Allah‘tır.” diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır. De ki “Eğer Allah, Meryem oğlu Mesih’i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini yok etmek istese, kim Allah’tan gelene karşı durabilir ki?! Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin hükümranlığı Allah’a aittir; O dilediği şeyi yaratır. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Maide, 5/17)
“Ey kitap verilenler! Bir kısım suratları dümdüz edip enselerine benzetmeden veya cumartesi yasağını çiğneyenleri lânetlediğimiz[19] gibi sizi de lânetlemeden yanınızdakini tasdik edici olarak indirmekte olduğumuz şu Kitab’a iman /Kur’an’a gelin iman edin! Allah’ın emrinin her hâlükârda yerine getirilmiş olduğunu bilin!”[20]
“Allah katında geçerli din İslam’dır.”[21] Ve “Kim İslâm’dan başka bir din edinirse, ondan o din asla kabul edilmeyecektir.”[22] Ayetleri karşısından Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında lüzumlu gördüğümüz bu kısa açıklamayı yaptktan sonra asıl konumuza, İslâm’ı tanıtmaya dönüyoruz.
[1] İsaril, “Allah’ın kulu” anlamında Yakub’un (as.) lakabıdır. İsrailoğulları, Yakuboğulları demektir. Yakub’un (as.) on iki oğlunu temsil eden on iki kabileden oluşan millete İsrailoğulları tabir edilmektedir.
[2]“İsrailoğullarından inkâr edenler, isyan edip haddi aşmaları ve yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmemeleri yüzünden Davûd’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Yaptıkları şey ne kötü idi!” (Maide, 5/78, 79.)
[3] Bakara, 2/65; Maide, 5/60; A’raf, 7/166. Ayetlerin izahı için bkz. Duman, M. Zeki, Beyanü’l-Hak Kur’an-ı Kerim’in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri, Fecir Yayınevi, Ankara, 2006, 2008, ilgili ayetlerin tefsiri…
[4] Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta, 2002, s. 250.
[5] Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, 1998, Ankara, s, 391.
[6] G. Tümer, A. Küçük, Dinler Tarihi, Ankara, 1993, s. 176, 177.
[7] Bkz. Tevbe, 9/31.
[8] Ra’d, 13/37-39.
[9] Al-i İmran, 3/65.
[10] Al-i İmran, 3/67.
[11] Âl-i İmran, 3/65-68.
[12] Bkz. Mâide, 5/83.
[13] Âl-i İmran, 3/113-115.
[14] Âl-i İmran, 3/199.
[15] Krş İsrâ, 17/107-109; Kasas, 28/52-55.
[16] Krş. Kasas, 28/52-55.
[17] Bkz. Mâide, 5/83-86.
[18] Bu ayette, insanın insanlık vasfından, tabiî yapısından ve fıtrî dininden söz edilmektedir. Aynı zamanda bu ayette Yahudi ve Hıristiyanların “Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yola giresiniz.“ vb. sözlerine ve Hıristiyanların özel inanç ve geleneklerine cevap verilmektedir. Allah’ın boyasından maksat, tevhîdi esas alan ve insanın fıtrî yapısına işlenmiş olan İslâm’dır. Allah, her insanı İslâm fıtratı üzere yaratmakla, ona insanî ve dinî /fıtrî rengini vermiştir. (Bkz. A’râf, 7/172,173; Rum, 30/30) Yahudi ya da Hıristiyan olmak ise, fıtrattan uzaklaşmak ve Allah’ın boyasını soldurmak ve tevhidden uzaklaşmaktır. Ayette Hıristiyanlardaki vaftiz geleneğine işaret edilmektedir. Zira onlar, bebek doğduktan yedi gün sonra onu amudiye adı verilen sarı renkte bir suya batırıp çıkarır veya Hıristiyanlık dinine giren şahsa aynı sudan serperek vaftiz ederler. İnançlarına göre onlar bunu yapmakla, o bebeğe veya şahsa gereken rengini vermiş olmakta ve Hıristiyanlık boyası ile boyamaktadırlar. (Bkz. Taberî, Camiu’l-Beyan, I/444)
[19] Bkz. Bakara, 2/65; A’râf, 7/163-166.
[20] Nisa, 4/47.
[21] Âl-i İmran, 3/19.
[22] Âl-i İmran, 3/85.