Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman

İstİrca

  “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn” âyeti ve:

    “Neticede ben de ölecek değil miyim!...” MESAJI ÜZERİNE...

Değerli kardeşlerim, bu sohbetimizde size istirca’dan söz edeceğim. İstirca’, bir mü’minin, başına gelen bir kötülük karşısında sabretmesi, Allah’ın takdirine razı olması, samimî bir teslimiyet ve tevekkül ile: “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn”.(Bakara, 2/156) âyetini okuyup teselliyi kendinden bulma arzusudur.

“İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn...” /”Biz, Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz...” sözü, yaşanmakta olan gerçeğin tâ kendisidir... Çünkü biz, malımız, canımız, güç ve irâdemiz de dâhil (İnsan, 76/30) her şeyimizle Allah’a âidiz; O’nun kullarıyız, tabir caizse, O’nun malıyız... Bizi dünya hayatına getiren O olduğu gibi ömrü veren de O, vâdemiz yetince öldüren de O’dur...

Düşünen ve inanan her insan bilir ki, dünya hayatı boşuna değildir.(Âl-i ‘Imran, 3/191; Saad, 38/27) Haşa!... Allah Teala, kendisi için bir oyun ve eğlence olsun deye de yaratmamıştır. (Enbiya, 21/16; Duhan, 44/38) O, “Kimin daha iyi iş yaptığını deneyip görmek için ölümlü dünya hayatını ve gerçek hayatı  yaratmış” (Mülk, 67-2) ve yetişkin “Her insanın, ebedi âhiret hayatındaki yerini aklı, özgür irâdesi ve eylemleriyle kendisinin kazanmasını ve hiç kimsenin kıl kadar haksızlığa uğramamasını  istemiştir...” (Câsiye, 45/22)

Demek ki, ‘hayat imtihandır’ sözü doğrudur ve desteğe ihtiyaç duysa da insan, kendi ayakları üzerinde durmak zorundadır... Zâten Allah, bu gerçeği bir âyetinde şöyle ifâde buyurmuştur: “Sizi korku ve açlıkla; mal, evlat, can ve ürünlerden noksanlaştırmakla zaman zaman deneriz; sabredenleri müjdele!...”

Yaşanmakta olan acı-tatlı olaylara gelince. Bilinmelidir ki, hayatımız boyunca sahip olduğumuz her iyilik Yüce Allah’ın bize bir lütfudur, ihsanıdır... başımıza gelen her kötülük ise, bilerek ya da bilmeyerek kendi elimizle yaptığımız yanlışın, hatanın istenmeyen, acı bir sonucudur:

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır, başına gelen her kötülük ise kendindendir...” (Nisa, 4/79); “Her kişi kazandığına rehindir /tutsaktır...” (Müddessir, 74/38; Tur, 52/21)Bunlar, aynı gerçeği ifâde eden âyetlerden sâdece ikisidir. (Sırasıyla bkz. Nisa, 4/62, 79;  Şura, 42/30; Nahl, 16/619)Bu hakikati kavrayan gerçek mü’minler, Allah yolunda bile başlarına istenmeyen bir hâl geldiğinde hemen O’na yönelirler ve: “Rabbimiz! Günahımızı, işimizdeki aşırılığımızı bağışla; ayaklarımızı yere sağlam bastır ve kâfirlere karşı bize yardım et!” diyerek Allah’tan önce özür diler, sonra bağışlanmalarını, daha sonra da yardım isterler. Çünkü Allah, kullarına asla zulmetmez. (Âl-i ‘Imran, 3/182; Enfal, 8/51)

Âyette geçtiği üzere Allah, bâzen de bizleri endişeye sevk edici ve üzücü olaylarla özel olarak sınar. Sözgelimi işten atılma korkusu, mesleğini kaybetme endişesi, etrafa dehşet saçan bir vahşînin ürküntüsü gibi... bâzen umumî belvâ denilen salgın hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın, sel, deprem gibi korkunç felâketlerle; bâzen de ölüm gibi, insanın ciğerini dağlayan üzücü olaylarla yüz yüze getirir; evlat, eş, ana, baba, akraba acısını tattırır... Bunlar da yaşayan her insanın başına gelebilecek ve kaçınılması imkânsız hayatî gerçeklerdendir.

Allah, hayatın bu acı gerçekleri karşısında insanın, bilhassa inanan insanların tavırlarını da görmek istemiştir. Zâten hayattaki sınavın amacı, olaylar karşısında kimin sabredip kimin sabırsızlık ettiğini; kaybettikleri karşısında kimin kadere boyun eğip kimin isyan bayrağını çektiğini; ölümle burun buruna geldiğinde kimin Allah’a sığındığını, kimin de olmayacak yerlerden, hem de mü’mine yakışmayan tavırlarla yardım dilendiğini, hesap gününde kendinin de hatırlayacağı biçimde açığa çıkarmaktır.

Derinden etkileyen olaylar karşısında insan ruhundan dışarı akseden iki psikolojik tavır görülür: Biri, feryad u figan etmek; bağıra çağıra ağlamak, dövünmek, saçını, başını yolmak, suçlu arayıp yakasına yapışma teraneleri savurmak, yaratıcıya isyan etmek... diğeri ise, ilahî bir sınavla yüz yüze olduğu bilinciyle sabretmek, “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn” diyerek Allah’a sığınmak ve: “Neticede ben de ölecek değil miyim!...” diyerek teselliyi kendinde aramaktır.

İnsan olup da elîm olaylar karşısında üzülmemek, hatta içinde derin acı hissetmemek mümkün değildir. Böylesi durumlarda kederlenmek, gözlerinden yaşlar dökmek, kâmil insanlarda bile görülen doğal bir tepkidir. Fakat ne kadar elem verici olursa olsun, olaylar karşısında metânetini koruyup, şuurunu kaybetmemek, sevinmede olduğu gibi üzüntü halinde bile îtidâli elden bırakmamak, söz ve davranışlarındaki ölçüyü kaçırmamak sûretiyle üzüntüsünü bastırmak da yine insanın tavrıdır... Nitekim Peygamber Efendimiz yakınlarını kaybettiği zaman kederlenmiştir, hatta oğlu İbrahim vefat ettiğinde ağlamıştır da...

Sahabeden biri, Peygamber Efendimizin gözlerinden yaşların süzüldüğünü görünce hayret dolu bir ifâde ile: ‘Ya Rasulallah, siz de mi ağlıyorsunuz!...’ demekten kendini alamamıştır... Allah’ın Elçisi: “Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Fakat, o halde bile bizim ağzımızdan ancak Rabbimizin razı olacağı sözler çıkar.”( Buharî, Cenaiz, 41, 44, 45) O’nun hoşnut olmayacağı durumlara düşmeyiz, diyerek hazin olaylar karşısında da güzel bir örnek teşkil etmiştir.

“Kurt yedi” diyerek Hz. Yusuf’un kanlı gömleğini önüne koyduklarında Yakup (as)’un da: ilk sözü, “Şimdi bize düşün, güzel bir sabırdır. Zira anlattıklarınıza göre yardım dilenecek tek yer Allah’tır.” (Yusuf, 12/16-18) olmamış mıydı?

Keder verici olayların doğal etkisi sebebiyledir ki Allah Tealâ, Uhut savaşında yakınlarını kaybeden mü’minlere istirca’ âyetinin bir öncesinde şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey iman edenler! Sabır ve duâ ile Allah’tan yardım dileyin. Zira Allah sabredenlerle berâberdir.”(Bakara, 2/255) Devamında da sabredenlere şu müjdeyi vermiştir: “Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musîbet geldiğinde ‘biz, Allah’a âidiz, yine O’na döneceğiz’ derler. Rablerinin bağışlaması ve rahmeti bunlaradır, doğru yolda olanlar da işte bunlardır.” (Bakara, 2/256-257)

Hayatın kaçınılmaz ve acı gerçekleri karşısında sabretmek acıdır. Fakat, sabredebilenler için meyvesi son derece tatlıdır. Zira Rasulüllah (s.a.v.) sabredenlere şu müjdeyi vermiştir: Mü’minin başına bir musîbet geldiğinde hemen: “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn”; ‘Allahümme ecürnî fî musîbetî ve’hlüf lî hayran minhü’ / “Biz Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz; Allah’ım, başıma gelen bu kötülükle beni ödüllendir ve ardından benim için daha hayırlısını lütfet!” derse, Allah onu mutlaka daha hayırlısıyla ödüllendirir. (Müslim, )

Hz. Peygamber’in muhterem eşi Ümmü Seleme (ra) bu hadisle ilgili bizzat yaşadığı bir anısını şöyle anlatmıştır. Bir gün kocam Ebu Seleme eve geldiğinden dedi ki, ‘Bu gün Rasulüllah (s.a.v.)’den güzel bir şey öğrendim ve çok sevindim. Rasulüllah buyurdu ki: “Bir mü’minin başına bir musîbet geldiğinde hemen: “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn”; ‘Allahümme ecürnî fî musîbetî ve’hlüf lî hayran minhü’ derse, Allah onu, mutlaka daha hayırlısıyla ödüllendirir.” Ben de ilk defa Ebu Seleme’den duyduğum bu hadisi ezberlemiştim. Gün geldi Ebu Seleme vefat etti. Âdetim üzere ondan öğrendiğim istirca’ duâsını okudum. Sonra da kendi kendime: ‘Benim için Ebu Seleme’den daha hayırlı koca mı olur?!’ dedim ve olamayacağını düşündüm...

İddetimi tamamladıktan sonra Rasulüllah (s.a.v.) evimize teşrif buyurdu. Ben, o esnada bir deriyi dabağlamakla meşguldüm. Hemen altına temiz bir deri serdim ve oturmasını rica ettim. O oturunca ellerimin kirini yıkamak üzere izin istedim. Geri döndüğümde bana evlenme teklifinde bulundu. Dedim ki ya Rusulallah! Ben, eşini çok kıskanan, yaşlı ve çocuğu çok olan bir kadınım; benimle evlenip ne yapacaksın? Buyurdu ki, kıskançlığını Allah giderir, sen yaşlı bir kadınsan, ben de senin gibi yaşlı bir erkeğim, senin çocukların aynı zamanda benim de çocuklarım olur... Rasulüllah (s.a.v.) ile evlendikten sonra bir gün, Ebu Seleme öldüğü zaman kendi kendime söylediğim sözümü hatırladım ve dedim ki, Allah, gerçekten daha hayırlısını veriyormuş!!’ (İbn Kesir, Tefsir, I/285)

Allah Tealâ, Yakup (as)’a da oğlu Yusuf’u, Mısır’a sultan olarak geri vermedi mi!...

‘Musîbetin ölçüsü nedir? Hangi musibet istirca’ı gerektirir?’ sorusuna cevap olmak üzere şu hadis nakledilir: Bir gece Rasulüllah (s.a.v.) ashabıyla otururken, kandilleri söner. Rasulüllah: “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn”diyerek istirca’ âyetini okur. Sahabeden birisi: ‘Ya Rasulallah! kandilin sönmesi de musîbet mi ki, istirca’da bulundunuz?’ deyince, şöyle burur: “Mü’mine sıkıntı veren her şey musîbettir, mutlaka istirca’ı gerektirir...” (Nesefî, Medarik, I/84)

Değerli kardeşlerim, insan hayatı gerçekten peş peşe gelen sınavlarla doludur, bir de işleri aksi gitmeye görsün... İşte böylesi durumlarda gerçek mü’minin sergileyeceği inançlı ve kararlı tavrı, kendisi için en büyük bir moral gücü olacaktır... elem verici olaylar karşısında “İnna lillah ve inna ileyhi raci’ûn” diyerek başka yerlerde aramayıp teselliyi kendinde bulma azmi, en doğru ve gerçekçi yol alacaktır... Allah’tan gelene razı olma ve sâdece O’na dayanma /tevekkül bilinci en sağlam bir istinatgah olacaktır... kenidinin bile sahibi Allah olduğu bilgi ve şuuruyla yalnız O’na sığınma ve yalnız O’ndan yardım dileme ahlakı hayatta elde edebileceği en güçlü bir dinamizm lacaktır...

Sevgili kardeşlerim, sizi Yüce Mevla’ya ısmarlıyor sohbetimize İbrahim Hakkı Hazretlerinin bir dörtlüğüyle son vermek istiyorum.

Hak şerleri hayr eyler

Zannetme ki, ğayr eyler!

Arif ânı seyr eyler

Mevla görelim neyler?

Neylerse güzel eyler...

 

Site tasarımı Mehmet Akif Duman

Elektronik posta adresi